Kaygılanamayacak Kadar Hissiz Olmak

 

İmanla yürüdüğünüzde – yani Kutsal Kitap’ın sözlerini uyguladığınızda – insanlara garip gelirsiniz, hatta kilisedekilere bile. Kaygılanmadığınız için sizde bir şeylerin yanlış olduğunu düşünürler.

İyileştikten sonra hastalara dua etmeye başladım. İnsanlara yağ sürüp dua ediyordum. Baptist inanışına pek uygun değildi bu.

Her ne kadar bana teklifte bulunmuş olmalarına rağmen hiçbir zaman resmi olarak atanmış bir Baptist vaiz olmadım. Yerel kilisede atanabilirsiniz. Aslında kilisemin önderi şöyle söylemişti, “Seni şu şartla atayacağız Kenneth: bu şifa konuşmalarını birazcık azaltabilirsen iyi olur. Dua hakkında, iman hakkında öğret istersen, ama şifa konularını birazcık azalt.”

Ben de, “Şifa konularında daha çok öğretmeyi düşünüyordum” dedim.

O günlerde herkese açık ortamlarda insanlara dua etmiyordum. Halka açık olarak vaaz veriyordum ama insanlara özel olarak dua ediyordum ve herkese açık ortamlardan dua etmeyi planlıyordum. Bu nedenle ona, “Şifa konularında daha çok öğretmeyi düşünüyordum” demiştim.

Hiç unutmam. Kilise önderine bunu söyledikten sonra bana şu yanıtı verdi, “O zaman boş ver. Unut gitsin” dedi ve yürüyüp gitti. Onu bir daha hiç görmedim. Sonra elbette Kutsal Ruh’un vaftizini aldıktan ve bilinmeyen dillerde konuşmaya başladıktan sonra yapmam gerekenleri yaptım.

Full Gospel çevresiyle bağlantım oluştu. Kutsal Ruh vaftizine inanıyorlardı – bilinmeyen dillerde konuşuyorlardı – ve kanatlanıp uçtuklarına da emindim. Kanat açmadıklarını sadece omuzlarının kabarık durduğunu fark etmek biraz zamanımı aldı!

Bir Full Gospel kilisesinde önderliğe başladım ve bu çevreye yeni olduğum için kiliseye kilisenin önderi dışında kimsenin çobanlık yapmadığını bilmiyordum. “Sıkıntılı” bir kiliseydi ama Tanrı yapmamı söyledi. Sanırım Tanrı benim hemen itaat edeceğimi biliyordu.

O günlerde kilise önderleri, her ayın ilk Pazartesi günü bir paydaşlık-sohbet toplantısı için bir araya geliyordu. Ben de gidiyordum ve sırayla tüm kilise önderleri ile sohbet ediyordum. Bana, “Mücadele nasıl gidiyor?” diye sorarlardı.

Yanlarından geçerken, “İlgilenmiyorum” derdim. Öylece durup bana göz kırparlardı. Kendi aralarında şöyle konuşurlardı, “Hislerini tamamen aldırmış!”

Komşum olan kilise önderleri vardı, benim hakkımda onlara şöyle demiş, “Kilisesi ile ne kadar yakından ilgilendiğini biliyorum. Üstelik tüm o bölgedeki en zor kilise onun kilisesi. Bir sürü sorunla uğraşıyor.” (Bu kişi benim kilisemdeki sorunları benden daha iyi biliyordu!)

Pazar sabahları kilisede vaaz veriyordum ve kendi benliğime göre hareket etme ayartısıyla karşılaşıyordum. Öncelikle kilisenin görevliler gurubu ile başlayıp, her birini tek tek haşlayıp kilisenin duvarına asma arzum vardı. Sonra Pazar okulu yöneticisine ve öğretmenlerine bulaşıp, onları da haşlayıp, tuzlayıp kilisenin öteki duvarına asma ayartısıyla karşılaşıyordum.

Ama bu tür bir ayartıyla karşılaştığımda 1. Korintliler 13. bölümü açar ve sevgi üzerine vaaz ederdim ya da Vahiy 21 ve 22’den Cennet hakkında vaaz ederdim.

O kilisede önderlik yaptığım ilk yıl zamanımın çoğunu sevgi ve cennet üzerinde konuşarak geçirdim! Sevgi ve cennet üzerinde vaaz etmenin sonuçlarına inanamazsınız. İnsanların birbirlerini sevmesini ve yüzlerini cennete çevirmesini sağlayabilirseniz her şey o kadar çabuk düzelir ki!

Dua ettim, “Rab, biliyorum, bir şey söylemek lazım ama ne söylemek gerektiğini bilmiyorum. Ve bir şey yapılması gerektiğini biliyorum ama ne yapmak gerektiğini bilmiyorum. Kilise önderliğinde çok yeniyim. Doğru olanı yapmak istiyorum. Tanrı’nın Sözü’nü öğreteceğim. Herkese eşit davranacağım. Hastaları ziyaret edeceğim – ve her şeyi sana bırakacağım çünkü bu beni kaygılandırıyor ve sen tüm kaygılarımızı sana yüklememiz gerektiğini söyledin.”

Her şeyi Tanrı’ya teslim ettiğimde şaşılası şeyler oldu. Sürekli devam eden bir uyanış gerçekleşti! Yani her hafta! Her Pazar birileri iman ediyordu, Kutsal Ruh’la vaftiz oluyor ve şifa buluyorlardı. Tanrı bizi o kadar çok bereketlediği ki, o kiliseden ayrılırken kırk kişi vaiz olmak için başvurmuştu. (Ben göreve başladığımda ise hiç kimse bu görevleri almıyordu.)

Yaptığım özel bir şey yoktu; sadece kaygılarımı Tanrı’ya teslim ettim. Ama bu görevlerimi yerine getirmedim anlamına gelmiyor. Çalıştım, vaazlara hazırlandım vb. ama kaygılanma kısmını – endişelenmeyi – Rab’be teslim ettim. Kaygıyı taşımadım.

Kilise binasının hemen yanında vaiz için bir lojman vardı ve bazen insanlar uğrayıp burada benimle görüşüyorlardı. Onlara yanıtım aynıydı, “Ben hiçbir konuda kaygılanmayacağım. Size gerçeği söylüyorum: Eğer bir gece kilisede yangın çıksa ve bina tamamen kül olsa bile, beni uyandırmayın. Bırakın yansın. Yerine daha büyük bir kilise inşa ederiz.”

“Eğer kilise görevlileri kavgaya tutuşursa bana gelip beni rahatsız etmeyin. Bırakın kavgalarını etsinler. Onlar bitirdikten sonra onlarla birlikte dua edip aralarını düzelteceğim. Bunlar yüzünden uykumdan mahrum olmayacağım. Bunlar yüzünden yemek yemekten mahrum kalmayacağım. (Rab yönlendirdiğinde oruç tutuyordum.) Her şeyi Rab’be bıraktım.”

Eğer kaygılarınızı ve yüklerinizi Rab’be bırakmazsanız, gün gelir tüm dualarınız ve kilisenizin, radyonuzun, Televizyon hizmetlerinin ve herkesin sizin için ettiği dualar sonuç vermez. Herkes ilerlerken, siz o kaygıları tuttuğunuz sürece başladığınız yerde kalacaksınız. Hepsini Rab’be vermelisiniz.

Benimle alay eden tüm kilise önderleri sonunda bana geldi ve, “Bize yardım et” dedi, “Biz bir yanıt bulamıyoruz. Eşlerimiz sinir krizi geçirdi. Ama senin eşin böyle bir şey yaşamadı. Hizmetten emekli olmak ya da bir, iki yıl ara verip dinlenmek zorunda kaldık. Ama sen hiç durmadan devam ediyorsun.”

Otuz dokuz yaşında bir kişinin fiziksel bir rahatsızlığı vardı. Eşi ona şöyle söylemişti, “Bari benim için ve kızın için doktora görün ve neyin var öğren.” (O günlerde Pentekostçu vaizler hastalanınca sadece ve sadece Tanrı’ya güvenmeyi, doktora gitmemeyi öğretiyorlardı.)

Böylece doktora gitti. Doktor onu muayene ettikten sonra şöyle dedi, “Sende hastalık ya da mikrop olarak hiçbir şey yok ama kendini çok hırpalamışsın. Sadece otuz dokuz yaşındasın ama doksan yaşında bir adamın bedenine sahipsin.” (Sevgili dostlarım, doksan yaşında bir kişinin pek bir ömrü kalmamıştır!)

“Kendine ne yaptığını sana şöyle tarif edeyim” diyerek sözlerine devam etti Doktor, “Kilisedeki herkesin yükünü – tüm ağırlıklarını, tüm kaygılarını – üzerine almışsın. Yemek yemek yerine bu yükleri ve kaygıları yemişsin. Uyku vakti bunlarla yatmışsın. Bunlarla konuşmuşsun. Bunları her yere taşımışsın.”

“Evet, tam tarif ettiğiniz gibi yaptım” dedi.

“O zaman” dedi Doktor, “Hizmeti bırakıp dinlenmeye çekilirsen, birkaç yıl daha yaşayabilirsin.”

Rab’be şükrolsun ki bu kişi ile bir buluşma ayarlayabildim, Tanrı’ya nasıl güvenebileceğini öğrettim ve iyileşmesine yardımcı oldum. Yıllar sonra bir dergide onun kilise önderliği yaptığını ve yetmiş beş yaşında emekli olduğunu okudum. Rab’be hamdolsun! Doktor artık yaşamayacağını söylediğinde otuz dokuz yaşındaydı.

Rab’bin gücünde yaşamayı ve dertlerimi O’na bırakmayı öğrendi.

 

 Kutsal Kitap şöyle der, “Bütün kaygınızı[tüm endişelerinizi, tüm dertlerinizi, tüm sıkıntılarınızı bir kez ve tamamen]onun üzerine yükleyin, çünkü o sizi kayırır” ve sizinle özenle ilgilenir.

 

Rab’be verdiğinizde artık o şey sizin elinizde değildir. Tanrı’nın ellerindedir. Ve şöyle diyebilirsiniz, “Kaygım yok.” Doğal gözlerinizle baktığınızda herhangi bir değişiklik görmeseniz bile kaygı sizin üzerinizde değildir. Çünkü o ağırlığı artık siz taşımıyorsunuz. İsa taşıyor.

Eskiden şöyle bir ilahi söylerdik, “Yükünü Rab’be götür ve orada bırak.” Pek çok insanın hatası şudur, sunağa gelirler ya da nerede dua ediyorlarsa oraya giderler, yüklerini Rab’be teslim ederler, ve Rab’be anlatırlar – sonra duayı bitirip kalkarlarken Rab’be teslim ettikleri yüklerini tekrar alırlar!

Bu yükleri 100 kiloluk çuvallar olarak düşünüyorum. Bu durumu insanların dualarını bitirdikten sonra çuvalları sırtlarına alıp evlerine götürmelerine benzetiyorum. Asla böyle bir şey yapmayın! Hayır! Orada bırakın! Ayetin söylediği gibi, “Bütün kaygınızı… BİR KEZ VE TAMAMEN O’na yükleyin.” (Elbette eğer kaygılarınızı O’na vermiyorsanız sizde bir gariplik var.)

Bir keresinde elimde anahtarla eve girmeye çalışıyordum, aynı anda kucağımda oğlum Ken vardı. Eşim ise henüz bir bebek olan Patsy’yi taşıyordu.

Eşim şöyle dedi, “Ne ben ne de çocuklar şimdi şuracıkta yere yığılsak umurunda olmayacak.”

Ben ise, “Bu konuda kaygılanmam için aklımı kaçırmış olmam gerekir, değil mi” dedim. (Çünkü Rab açık bir vaat verdi, “Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir?” Matta 6:27.) Bir konu ile derhal ilgilenirim ama kaygı duymam.

Eşim en sonunda kaygılanmamayı öğrendi. Bir keresinde bir vaizin eşine şöyle dediğini işittim, “En sonunda işe yaradığını keşfettim. Artık kaygılanmıyorum.” Oysa hayatımızın tam o döneminde yaşadığımız sorunlar ve ihtiyaçlar o kadar çoktu ki! Dizlerimize kadar sorunla ve ihtiyaçlarla boğuşuyorduk. Ama eşim kaygılanmıyordu çünkü tüm bu yükleri Rab’be bırakmayı öğrenmişti.

Biz de yapabiliriz – tüm kaygılarımızı Rab’be teslim edebiliriz – çünkü Rab böyle yapmamızı söyledi. Tanrı adil olmayan bir Tanrı değildir. Bize yapamayacağımız bir şey söylemez. Öyle olsaydı adil olmamış olurdu.

Kaynak: Kenneth E. Hagin 

 

 

Duaya Mı İhtiyacınız Var?

Buraya Tıklayın